NE ÇOK ÖLENLER OLDU, BİR BİR GİTTİLER..

GÜNDEM 20.09.2015 - 13:45, Güncelleme: 30.03.2022 - 17:24
 

NE ÇOK ÖLENLER OLDU, BİR BİR GİTTİLER..

Ben bu sene olduğu kadar ölüm vakalarına yakinen tanık olmamıştım.. Ya bu yıl, yakınımdakilerden çok ölen oldu.. Ya da bana öyle geliyor.. Ölümlerle ilgili bir süredir yazı yazmama kararım vardı.. Ama bazen öyle oluyor ki, yazmazsam sahiden eksik kalacak.. Kimilerinin bu dünyada bıraktıkları izler, biraz daha, geride kalanlara örnek ya da ders olması açısından, silinmemesi lazım bir süre daha.. Ve bazıları sahiden de unutulmamalı.. Çünkü onlar, gerçek bir kahramandırlar.. Çünkü onların ellerinde; yegâne silah, dükkân veya sermaye olarak; üzerine terlik, çaydanlık ya da iki top kumaş koydukları ve mahalle aralarında gezdirdikleri üç tekerlekli arabaları.. Arkalarında; geçim ve/veya geçimsizlik sebebiyle, sığınamayıp terk edip biraz da burularak geldikleri yarları ve diyarları.. Önlerinde ise koca koskoca meçhul bir İstanbul ve bilinmeyen bir gelecek vardı.. İrfan Kodaloğlu, işte bu üç tekerlekli silahşorlardan biriydi.. Askerden dönünce, babası keçeci Apak’ın işi ona ekmek olmaya yetmemiş o da sığınamadığı Yalvaç’tan “Öleceksek büyük denizde boğulalım” gözü karalığı ile çıkıp gelmişti, altmışlı yılların ortalarında, askerlik sonrası.. Kendisini, çocukluk yıllarımdan, hayal meyal hatırlıyorum.. Ama asıl tanışmamız, on üç yıl kadar önce, ben İstanbul’a geldikten sonra oldu.. Çok zengin filan dediler, dernek toplantılarında.. Ama ben hep hayırda, muhabbette ve samimiyette zengin bir adam tanıdım.. Kendisini çok severdim.. Bu yüzden bana Tekin Bayram ile girdikleri ve benim de taraf olmaktan dikkatle kaçındığım DEMOKRASİ konulu kavgada İRFANCI dediler.. Köşe tükkan ile girdikleri; para, pul, gram, kilo, arsa, bina konulu tartışmaya da girmemeye özen gösterdiğim halde, sen İrfan tarafındasın dediler.. Hiç rahatsız olmadım.. O sahiden iyi kalpli bir adamdı.. Kibirden ve ukalalıktan uzaktı.. Tek düşmanı ve mücadele ettiği kişi, yine kendisi idi.. Hayat mücadelesi, onu eğitimden mahrum bırakmıştı.. Ehliyeti bile yoktu, araba kullanmazdı.. Ama o hep kendini geliştirmek istedi.. Bir şeyler görüp öğrenebileceği ya da kendini ifade edebileceği; medya, siyaset ve sosyal ortamlara girmekten hiç çekinmedi.. Dünyanın neredeyse tamamını gezdi, güzel ve kaliteli yaşadı.. Kendisi ile yapmış olduğumuz ve neredeyse yarım günden fazla süren bir uçak yolculuğunda, içinde ne varsa, bana döktü.. İstekleri ve beklentileri çok idi ve onlar elde edilebilecek gibi de değildi.. Ama o bir karınca sabrı ile kafasında çizdiği yoldan, varamayacağını bildiği halde hiç dönmedi.. Çok yürekli bir adamdı.. Benim gözaltına alındığım ve tutuklandığım günlerde yanımdan bir dakika bile ayrılmadı.. Birkaç kişi hariç, diğer herkes ÇİL YAVRUSU gibi çevremden kaçışırlarken ve beni terk ederlerken.. Beşiktaş Merkez Komutanlığına, kapıdaki askerin “Sadece avukatlar girebilir” uyarısına “Aç kapıyı ben avukatım” diyerek, içeri girdi ve defalarca yanıma kadar geldi.. Cezaevi giriş çıkışlarımda da hakeza.. Avukat olan oğlum, henüz o günlerde mezun olduğu için, ziyaret saatleri dışında yanıma gelip gidemezken.. ************* İri yarı olmasına rağmen, kavga dövüşten nefret eden naif bir kişilikti.. Yalvaç ağzıyla konuşurdum kendisiyle.. Telefonlarını "Alo!" yerine “EY!” diye açardım.. Hem kızardı, hem de gülerdi.. Herkesle bir bağ bulmaya ve kurmaya çalışırdı.. Mesela rahmetli annesi, bizim mahalleliydi.. Beni benimsemesi ve sevmesi için, bu bile yeterli bir sebepti.. Can vermeden bir gün önce, hatta bilinci de pek yerinde değilken “Zafer burada mı, geldi mi?” diye sormuş. “Yurtdışında” demişler.. Halbuki yeni dönmüştüm.. “Keşke haber verseydiniz” dedim, sitemle.. ********** Ailesi için de müthiş bir BABA idi.. Eşi Farsakgızı Hatice, tüm ortamlarda, kendisinden hep saygı, sevgi ve muhabbetle söz ederdi.. Oğulları Serkan ve Hakan, babalarını; hem markaları yaptıkları adıyla, hem de eylemleri ile hep yücelttiler.. Çeşitli nedenlerle yanlarına uğradığım ya da babaları ile birlikte gittiğim zamanlarda, onu asla odalarından karşılayıp uğurlamadılar..  Bakan, Vali ya da Paşa bekler gibi ceketlerini ilikleyip, ya kapı önüne indiler ya da odalarından çıkıp koridorda beklediler.. Karşılaştıkları her defasında, elini büyük bir saygı ve muhabbetle öptüler.. Ben de dâhil olmak üzere, babalarının arkadaşlarıyla kurdukları ilişkide de aynı özeni, dikkati ve hassasiyeti gösterdiler.. ********* Ve Tanrı onları ödüllendirdi.. İrfan Kodaloğlu sadece bir gün aramızdan ayrıldı.. 24 saat geçmeden Petek-Serkan çiftinin bebekleri dünyaya gözünü açtı.. Adı İrfan Aslan.. "Gidenin ruhu, kalbi ve insanlığı ile gelmiş ol inşallah, İrfan Aslan Bebek! Onun heves edip de yapamadıklarını, sen yapmalısın.. Seni zor bir yaşam bekliyor.. Çünkü o, çok şey istiyordu bu hayattan.." Henüz doğmadan sana kalan asıl miras da, görev de, söylenmemiş vasiyet de budur.. ***********   Herkesi buran şey; İrfan’ın İrfan ile buluşamaması idi.. Bir gün daha dişini sıkıp, torununu kucağına alamadı.. Bir haftalık daha ömrü olsaydı, üçüncü torun olarak, Esra-Hakan çiftinin kızları da dünyaya gelecekti.. Bizim oranın lafıyla; çifte kumrularını göremeden ve onları koklayamadan gitti.. Ne diyelim.. Takdiri İlahi.. ********** Şimdi bir iyi bir kötü haberim daha var.. Bize kötü, İrfan Abi için iyi.. Küçük İrfan’ın dünyaya geldiği saatlerde, yanına birini daha yolladık.. Sektörde de tatlı bir rekabet içinde olduğun, Sücüllü’den bir adam.. Zekeriya Kucur.. O da aynı sebeplerle, okumakta olduğu Isparta İmam Hatip Lisesini bırakıp İstanbul’a gelmişti.. O çelimsiz haliyle, üç tekerlekli bir arabanın arkasından dünyaya meydan okudu.. Ve kazandı.. O da otoriter ve şefkatli bir baba idi, iki oğul ve bir kızı için.. Çok saygılı ve kıymetli iki oğlu İsmail ve İbrahim; şimdilerde, onun üç tekerlekli ile çalışıp, başarıp ve kazandığı, kocaman bir plazayı yönetiyorlar.. İki yıl önce, vahim bir trafik kazasında; eşini, kızını ve kız torununu kaybetti.. O günden sonra, ne vücudunu ne de psikolojisini, bir türlü toparlayamadı.. Kendi kendini çok hırpaladı.. Ayağında çıkan topuk dikeninin, kısa sürede kansere dönüştüğü ya da kanser olduğu ortaya çıktı.. Biraz mesafe olarak ters tarafta kalmış da olsak, sıkı bir dostluğumuz ve muhabbetimiz vardı.. Ben mümkün olduğunca kendisinden kaçardım.. Çünkü yakalandığınızda, sana ve zamanına hükmederdi.. Muhabbeti de, ikramı da, dostluğu da, yiğitliği de; derya bir adamdı.. En son yani bir buçuk ay kadar önce, Yalvaç’ta, arkadaşım Hasan Karaman’ın eşinin cenazesinde karşılaştık.. Hastalığın, onu soktuğu şekil nedeniyle, bir an kendisini tanıyamadım.. Orada bir adam yüzüme baktı “Zekeriya Kucur’u bilir misin?” dedi.. “Evet, çok yakın dostum ve arkadaşım” dedim.. “O benim” dedi, o adam.. Şaşkınlığımı ve utancımı sizlere kelimelerle anlatamam.. Gözlerim doldu, yüzünü avuçlarımın içine aldım ve “Beni affet” dedim.. Onun da gözleri yaşardı.. Kendisini ölüme götüren bacağını gösterdi, anlattı.. Çevresindekiler “Umut yok” sinyali verdiler.. Dile dökemesek de, gözlerimizle helalleştik.. Nur içinde yat kıymetli dostum.. ************ Her ikiniz de, nurlar içinde yatın.. Bedenleriniz kara toprakta.. Ruhlarınız cennette olsun inşallah.. Hatıralarınız bizde.. Biz de, üç vakte kadar orada..   HAFTANIN PANOSU   FELSEFE DUVARI  

Ben bu sene olduğu kadar ölüm vakalarına yakinen tanık olmamıştım..
Ya bu yıl, yakınımdakilerden çok ölen oldu..
Ya da bana öyle geliyor..

Ölümlerle ilgili bir süredir yazı yazmama kararım vardı..
Ama bazen öyle oluyor ki, yazmazsam sahiden eksik kalacak..
Kimilerinin bu dünyada bıraktıkları izler, biraz daha, geride kalanlara örnek ya da ders olması açısından, silinmemesi lazım bir süre daha.. Ve bazıları sahiden de unutulmamalı..
Çünkü onlar, gerçek bir kahramandırlar..
Çünkü onların ellerinde; yegâne silah, dükkân veya sermaye olarak; üzerine terlik, çaydanlık ya da iki top kumaş koydukları ve mahalle aralarında gezdirdikleri üç tekerlekli arabaları..



Arkalarında; geçim ve/veya geçimsizlik sebebiyle, sığınamayıp terk edip biraz da burularak geldikleri yarları ve diyarları..
Önlerinde ise koca koskoca meçhul bir İstanbul ve bilinmeyen bir gelecek vardı..
İrfan Kodaloğlu, işte bu üç tekerlekli silahşorlardan biriydi..
Askerden dönünce, babası keçeci Apak’ın işi ona ekmek olmaya yetmemiş o da sığınamadığı Yalvaç’tan “Öleceksek büyük denizde boğulalım” gözü karalığı ile çıkıp gelmişti, altmışlı yılların ortalarında, askerlik sonrası..
Kendisini, çocukluk yıllarımdan, hayal meyal hatırlıyorum..
Ama asıl tanışmamız, on üç yıl kadar önce, ben İstanbul’a geldikten sonra oldu..
Çok zengin filan dediler, dernek toplantılarında..
Ama ben hep hayırda, muhabbette ve samimiyette zengin bir adam tanıdım..
Kendisini çok severdim..
Bu yüzden bana Tekin Bayram ile girdikleri ve benim de taraf olmaktan dikkatle kaçındığım DEMOKRASİ konulu kavgada İRFANCI dediler..
Köşe tükkan ile girdikleri; para, pul, gram, kilo, arsa, bina konulu tartışmaya da girmemeye özen gösterdiğim halde, sen İrfan tarafındasın dediler..
Hiç rahatsız olmadım..
O sahiden iyi kalpli bir adamdı..
Kibirden ve ukalalıktan uzaktı..
Tek düşmanı ve mücadele ettiği kişi, yine kendisi idi..
Hayat mücadelesi, onu eğitimden mahrum bırakmıştı..
Ehliyeti bile yoktu, araba kullanmazdı..
Ama o hep kendini geliştirmek istedi..
Bir şeyler görüp öğrenebileceği ya da kendini ifade edebileceği; medya, siyaset ve sosyal ortamlara girmekten hiç çekinmedi..


Dünyanın neredeyse tamamını gezdi, güzel ve kaliteli yaşadı..
Kendisi ile yapmış olduğumuz ve neredeyse yarım günden fazla süren bir uçak yolculuğunda, içinde ne varsa, bana döktü..
İstekleri ve beklentileri çok idi ve onlar elde edilebilecek gibi de değildi..
Ama o bir karınca sabrı ile kafasında çizdiği yoldan, varamayacağını bildiği halde hiç dönmedi..
Çok yürekli bir adamdı..
Benim gözaltına alındığım ve tutuklandığım günlerde yanımdan bir dakika bile ayrılmadı..
Birkaç kişi hariç, diğer herkes ÇİL YAVRUSU gibi çevremden kaçışırlarken ve beni terk ederlerken..
Beşiktaş Merkez Komutanlığına, kapıdaki askerin “Sadece avukatlar girebilir” uyarısına “Aç kapıyı ben avukatım” diyerek, içeri girdi ve defalarca yanıma kadar geldi.. Cezaevi giriş çıkışlarımda da hakeza.. Avukat olan oğlum, henüz o günlerde mezun olduğu için, ziyaret saatleri dışında yanıma gelip gidemezken..

*************

İri yarı olmasına rağmen, kavga dövüşten nefret eden naif bir kişilikti..
Yalvaç ağzıyla konuşurdum kendisiyle..
Telefonlarını "Alo!" yerine “EY!” diye açardım.. Hem kızardı, hem de gülerdi..
Herkesle bir bağ bulmaya ve kurmaya çalışırdı..
Mesela rahmetli annesi, bizim mahalleliydi..
Beni benimsemesi ve sevmesi için, bu bile yeterli bir sebepti..
Can vermeden bir gün önce, hatta bilinci de pek yerinde değilken “Zafer burada mı, geldi mi?” diye sormuş. “Yurtdışında” demişler.. Halbuki yeni dönmüştüm.. “Keşke haber verseydiniz” dedim, sitemle..

**********

Ailesi için de müthiş bir BABA idi..
Eşi Farsakgızı Hatice, tüm ortamlarda, kendisinden hep saygı, sevgi ve muhabbetle söz ederdi..
Oğulları Serkan ve Hakan, babalarını; hem markaları yaptıkları adıyla, hem de eylemleri ile hep yücelttiler..
Çeşitli nedenlerle yanlarına uğradığım ya da babaları ile birlikte gittiğim zamanlarda, onu asla odalarından karşılayıp uğurlamadılar..  Bakan, Vali ya da Paşa bekler gibi ceketlerini ilikleyip, ya kapı önüne indiler ya da odalarından çıkıp koridorda beklediler.. Karşılaştıkları her defasında, elini büyük bir saygı ve muhabbetle öptüler..
Ben de dâhil olmak üzere, babalarının arkadaşlarıyla kurdukları ilişkide de aynı özeni, dikkati ve hassasiyeti gösterdiler..

*********

Ve Tanrı onları ödüllendirdi..
İrfan Kodaloğlu sadece bir gün aramızdan ayrıldı..
24 saat geçmeden Petek-Serkan çiftinin bebekleri dünyaya gözünü açtı..
Adı İrfan Aslan..
"Gidenin ruhu, kalbi ve insanlığı ile gelmiş ol inşallah, İrfan Aslan Bebek!
Onun heves edip de yapamadıklarını, sen yapmalısın..
Seni zor bir yaşam bekliyor..
Çünkü o, çok şey istiyordu bu hayattan.."
Henüz doğmadan sana kalan asıl miras da, görev de, söylenmemiş vasiyet de budur..

***********
 
Herkesi buran şey; İrfan’ın İrfan ile buluşamaması idi..
Bir gün daha dişini sıkıp, torununu kucağına alamadı..
Bir haftalık daha ömrü olsaydı, üçüncü torun olarak, Esra-Hakan çiftinin kızları da dünyaya gelecekti..
Bizim oranın lafıyla; çifte kumrularını göremeden ve onları koklayamadan gitti..
Ne diyelim..
Takdiri İlahi..

**********

Şimdi bir iyi bir kötü haberim daha var..
Bize kötü, İrfan Abi için iyi..
Küçük İrfan’ın dünyaya geldiği saatlerde, yanına birini daha yolladık..
Sektörde de tatlı bir rekabet içinde olduğun, Sücüllü’den bir adam..



Zekeriya Kucur..

O da aynı sebeplerle, okumakta olduğu Isparta İmam Hatip Lisesini bırakıp İstanbul’a gelmişti..
O çelimsiz haliyle, üç tekerlekli bir arabanın arkasından dünyaya meydan okudu..
Ve kazandı..
O da otoriter ve şefkatli bir baba idi, iki oğul ve bir kızı için..
Çok saygılı ve kıymetli iki oğlu İsmail ve İbrahim; şimdilerde, onun üç tekerlekli ile çalışıp, başarıp ve kazandığı, kocaman bir plazayı yönetiyorlar..
İki yıl önce, vahim bir trafik kazasında; eşini, kızını ve kız torununu kaybetti..
O günden sonra, ne vücudunu ne de psikolojisini, bir türlü toparlayamadı..
Kendi kendini çok hırpaladı..
Ayağında çıkan topuk dikeninin, kısa sürede kansere dönüştüğü ya da kanser olduğu ortaya çıktı..
Biraz mesafe olarak ters tarafta kalmış da olsak, sıkı bir dostluğumuz ve muhabbetimiz vardı..
Ben mümkün olduğunca kendisinden kaçardım..
Çünkü yakalandığınızda, sana ve zamanına hükmederdi..
Muhabbeti de, ikramı da, dostluğu da, yiğitliği de; derya bir adamdı..
En son yani bir buçuk ay kadar önce, Yalvaç’ta, arkadaşım Hasan Karaman’ın eşinin cenazesinde karşılaştık..
Hastalığın, onu soktuğu şekil nedeniyle, bir an kendisini tanıyamadım..
Orada bir adam yüzüme baktı “Zekeriya Kucur’u bilir misin?” dedi..
“Evet, çok yakın dostum ve arkadaşım” dedim..
“O benim” dedi, o adam..
Şaşkınlığımı ve utancımı sizlere kelimelerle anlatamam..
Gözlerim doldu, yüzünü avuçlarımın içine aldım ve “Beni affet” dedim..
Onun da gözleri yaşardı..
Kendisini ölüme götüren bacağını gösterdi, anlattı..
Çevresindekiler “Umut yok” sinyali verdiler..
Dile dökemesek de, gözlerimizle helalleştik..
Nur içinde yat kıymetli dostum..

************

Her ikiniz de, nurlar içinde yatın..
Bedenleriniz kara toprakta..
Ruhlarınız cennette olsun inşallah..
Hatıralarınız bizde..
Biz de, üç vakte kadar orada..
 

HAFTANIN PANOSU

 


FELSEFE DUVARI


 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ispartamanset.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.