ÖZ ŞEFKATİNİZİ İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞA HİSSETTİRİN
Kadının Adı Var Köşemizde bugün Psikolog Ayşe Çağatay ile röportajımıza yer verdik. Ayşe Hanım bizlere kişinin kendisini tanımasının önemini ve öz şefkat kavramının etkilerinden bahsetti. İnsanı dinlendiren ses tonu ve huzur verici klinik ortamında bizleri ağırladığı için kendisine teşekkür ediyor başarılarının devamını diliyoruz.
MANŞET: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
‘Merhabalar ben Ayşe Çağatay, Ispartalıyım. Davranışları incelemek hep ilgimi çekerdi. Lise dönemlerimde dahi insanları gözlemlemeyi seviyordum. Psikoloji koşulsuz kabulün reel hayattaki anlamı gibi geliyordu bu sebeple tercih ettiğim Doğu Akdeniz Üniversitesi Psikoloji bölümünden 2018 yılında mezun oldum. Mezun olduktan sonra stajımı Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladım. Stajdan sonra bir psikoteknik merkezi açtım ve bu merkezin işletmesini yaparken aynı zamanda eğitimler almaya başladım.1 yıl boyunca hem klinik psikoloji üzerine eğitimlerimi tamamlarken hem de merkezin işletmesine devam ettim. Sonrasında bir danışmanlık merkezi açtım ve bu sıralarda online terapiye de başladım. İlerleyen süreçte psikoteknik merkezini kapatarak danışmanlık üzerine çalışmaya devam ettim. Şu anda iki buçuk senedir kendi kliniğimde ergenler ve yetişkinler üzerine çalışmaya devam etmekteyim.’’
SON NOKTAYA GELMEDEN DESTEK ALIN
‘Herkesin hayatın bir döneminde psikoloğa gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben de bu alanda bir uzman olarak terapi süreci geçirdim. Psikoloğa gitmek için her şeyin kötüye gitmesini beklememek gerekiyor. Nasıl ki fiziksel durum ve psikoloji sağlık için bir bütündür, nasıl ki bir hastalık durumunda doktora başvurabiliyorsak psikolojik olarak da bir sorun olduğunu gözlemlediğimizde, olacağını hissettiğimizde son noktaya gelmeden destek almalıyız. Psikoloğa gitmek son tercih oluyor. Çünkü sorumluluk almayı sevmiyoruz. Kişi bunun uzun bir süreç olduğunu biliyor ya da çok çabuk çözmek istiyor bu noktada da bizden sihirli değnek bekliyorlar. Maalesef ki yılların getirmiş olduğu bazı problemler bir anda çözümlenmiyor. Terapi esnasında kişiye düşünce tarzı anlamında bazı düzenlemeler yapıyoruz, bir araç çantası veriyoruz ve onu doldurmasını istiyoruz. İlerleyen süreçte benzer problemlerle karşılaştığı zaman bu araç çantasının içerisindekileri kullanabilsin, bunları kendi hayatına dahil edebilsin diye‘’
PSİKOLOJİK DESTEK ALMAKTAN KORKMAYIN
‘İnsanların son dönemde yavaş yavaş psikoloji alanında bilinç kazanmaya başladığını düşünüyorum. Bunun da kaynağı diziler, sosyal medya... Problemli gözükeni yargılamayı seven ama yargılanmaktan da korkan bir milletiz. Yargılanmaktan korktuğumuz için de psikolojik destek almaya pozitif yönlü bakmıyoruz ve psikoloğa gittiğimizi söylemiyoruz. Danışanlarımın da ilk sorularından bir tanesi ‘bu bir yere işlenecek mi ?’ oluyor. Psikolojinin dünü ve bu günü arasında büyük farklılık var. Burada sosyal medya etkisi çok büyük. Psikoloji üzerine çok fazla içerik üretiliyor. İnsanlar artık öz şefkat sahibi olmaya başladı. Bunun da kişinin kendisini geliştirmesi ve kişiliğini bulmasında büyük etkisi var. Bu sebeplerle psikolojiye yaklaşım daha pozitif olarak ilerliyor.’’
YALNIZ HİSSETMEK VE YALNIZLIĞI TERCİH ETMEK
‘Ülke olarak çok zorlu süreçlerden geçiyoruz; bunlardan biri de covid ve karantina süreciydi. Bu süreçlerden sonra insanların toplumsal anlamda davranışlarında ciddi değişiklikler oldu. Yeme -içme alışkanlıklarından iletişime kadar farklı farklı etkileri oldu. Biraz da bireyselleşmeye doğru gidiyoruz. Şu da var ki yalnız hissetmek ve yalnızlık çok başka kavramlar. Yalnız hissetmek biraz negatif yönlü bir kavram olabilir buraya baktığımızda. Yalnız hissettiğimiz zaman içe kapanıklık olabilir ama yalnızlığı tercih etmek kişi için güzel de olabilir. Kendisine zarar verenlerden uzak durmak, kendini geliştirecek alan açmak gibi. ‘’
‘Danışanlarıma sık sık hatırlattığım bir piramidimiz var. En altta beslenme ve uyku yer alıyor. Eğer iyi bir kendilik istiyorsak ilk aşama bu. Daha sonra fiziksel aktivite ve en yukarda ikili ilişkiler yer alıyor kendiliğin oluşması için. İnsanı mutlu eden bazı hormonların %95’i bağırsakta üretildiği için beslenme çok önemli. İyi ve mutlu hissetmek için bu piramidin tamamlanması gerekiyor.’’
KADINLARA YÜKLENEN TOPLUMSAL ROLLER
‘Elbette alanımızda farklı farklı durumlarla karşılaşsak da yoğunlukla karşılaştığım tanı; depresyon. Bunun birçok alt kökeni olabiliyor. Kadınlar üzerinden ilerlersek toplumda kadınlara yüklenmiş roller var. Bu rollerden dolayı bazı kadınlar kendisini stres altında ve kaygılı hissedebiliyorlar. Bunun da kronikleşmesi depresyona sebep oluyor. Kadının iş hayatında bir rolü var, anne, eş, gelin, evlat abla derken tam da bu kısımda kendimize yönelmeliyiz. Biz o yüklenen kalıbın içerisine girmeye çalışıyoruz. Örneğin anne rolü; çok kutsal bir duygu ve çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın için de muhteşem bir his. Fakat istemeyen kadınlar da olabilir, sağlıksal problemler ile olmuyor da olabilir. Bu kişinin kadınlığından bir şeyler götürmez. Kadınlar için toplumsal rol dediğimizde aslında iki rol ön plana çıkıyor anne rolü ve eş rolü… Cinsiyet kimliğinden çok öz kimliğe odaklanırsak, ne istiyorum ne seviyorum nasıl biriyim ? sorularının cevaplarına odaklanırsak, roller arasında yaşadığımız karmaşadan az da olsa uzaklaşabiliriz.’’
KADIN KENDİNİ MUTLU HİSSETMELİ
‘Şöyle de bir süreç yaşanıyor kadınlarda; lisans eğitimi alırken yüksek lisans eğitimine geçiş yapmak isterken, arada evliliği de geciktirmemek istiyoruz, çocuk sahibi olmak istiyoruz, bir taraftan iş hayatımız da varsa hepsini aynı anda yapamayabiliyoruz ve bazılarını ikinci plana atıyoruz. Bu da genelde kariyerimiz oluyor. Kadın kendiliğini gerçekleştiremediği zaman da stres hissediyor ve eşine ya da çocuğuna yansıtma yapıyor. O problemi onlara aktarıyor. O yüzden kendini mutlu ve konforlu hissetmesi en önemli etken diyebiliriz.’’
ESKİ SENİ ÖZLEMEK
‘Her danışanımın farklı bir hikayesi, bende iz bırakan anıları oluyor. Ama burada şundan bahsetmek isterim; lohusa depresyonu. Lohusa depresyonu yaşayan bir danışanım vardı. İlk çocuğunda böyle bir durum söz konusu olmamış ama ikinci çocukta tehlikeli bir hamilelik döneminin ardından işinden ayrılmak zorunda kalıyor. Sonrasında toplumsal bazı baskılardan dolayı evde çok bunaldığını hissediyor. Lohusa depresyonunda birey kimliğini kaybetmiş hisseder. Doğum yapmadan önce bir kimliği vardır, doğumdan sonra anne kimliğine bürünür ve o ilk kimliğin yasını tutmaya başlar. Eski kendini özler ve depresyon da tam olarak burada ortaya çıkar. Danışanım ile bu geçiş sürecini çok yumuşak şekilde geçirdik ve aslında tam olarak istediği şeyin o eski kimlikteki çalışan başarılı kadına geri dönmek olduğunun farkına vardı, işe geri döndüğünde de depresyon sürecinden çıktı. Bu sürece şahit olmak benim için de özeldi.’’
TERAPİDE GÜVEN ÇOK ÖNEMLİ
‘Tanıdığınız bir psikologdan klinik destek almayı doğru bulmuyorum. Çünkü terapi sürecinde duyguların işin içerisine girmemesi gerekiyor. Ben yakın arkadaşımı nötr şekilde dinleyemem. Taraflı olarak dinlerim ve müdahalede bulunmak isterim. Ama terapi sürecinde müdahale yoktur ve kişiye bırakılır. Öneri yoktur. Danışanlarıma hep şu örneği veririm; bir arabada gidiyoruz ben sizin yan koltuğunuzda oturuyorum arabayı süren sizsiniz yolları siz seçeceksiniz ben sizin yanınızdayım ve bu yolu neden tercih ettiğinizi birlikte araştıracağız. Müdahale olmadığı için ve diğerinde müdahale olacağı için problem yaratır. Özel hayatımızda tanımadığımız bir psikolog ile ilerleyince kişi kendini daha rahat ve güvende hisseder. Terapinin de en üst koşullarından biri güvendir.’’
ASIL PROBLEM HER ZAMAN FARKLIDIR
‘Hayatta dönüm noktalarımız çok fazla ve bu dönüm noktalarından geçerken sağlıklı karar verme sürecine etkili bir destek için psikolojik destek alınmalı diye düşünüyorum. Bir de kişiler buraya bir problemle gelir ama o paravan problemdir, baktığımızda asıl problem farklıdır. Kişinin gerçekte olan probleme karşı çıkacak gücü yoktur ve çok zorlanıyordur. Odak noktasını değiştirerek başka bir problemi odak almak ister ve onunla gelir. Kişiyi, aile öyküsünü tanımak, bazen 2 bazen 3 seans sürebiliyor.’’
ANI YAŞAYIN
‘Çocukluğumuzdan itibaren ebeveynlerimizin, bakım verenlerimizin bizimle konuşma tarzının oluşturduğu bir iç sesimiz var. Bu bazen çok eleştirel ve yargılayıcı olabiliyor. En sevdiğimiz insana oldukça şefkatli yaklaşırken, kendimize çok daha eleştirel yaklaşıyoruz. O yüzden o şefkat kavramını kendi içimizdeki çocuğa göstermeliyiz. Onunla barışmalıyız. Tüm danışanlarıma önerdiğim bir kitap olan; Kristin Neff ‘in Öz Şefkat kitabında da ilk etapta bundan bahseder. Üç alt normu var birincisi kendimizi eleştirmeden yargılamadan yaklaşım sergileyebilmek, ikincisi kendimizde kusur olarak gördüğümüz şeyleri kabul edebilmek ve üçüncüsü de bilinçli farkındalık. Bizler çok fazla geçmişe ya da geleceğe takılmış olarak yaşıyoruz. Mesela sabahları evden çıkarken kapıyı kilitledim mi, ütü fişte mi kaldı gibi düşünceler var, sabahları dişinizi nasıl fırçaladığınızı hatırlamazsınız ama fırçalamışsınızdır. Çünkü diş fırçalarken artık beynimiz bize ’ sen bu eylemi düşünme ben bunu yapıyorum, sen düşün o sırada’ der. Aslında an da değil otomatik pilotta oluyoruz o sırada. Anı yaşamamız gerekiyor, bazen mutlu olduğumuz anlarda bile orada olmuyoruz.’’
KENDİNİZİ TANIYIN VE HAYAL KURUN
‘Kişinin tüm rahatsızlıklarının iyileşmesine ve sağlıklı tarafa yönelmesine ilk adım hayal kurmaktır. Birincisi herkesin hayali olmalı, ikinci olarak kişi bir şeyi yapmak istiyorsa kesinlikle yapar. Eğer yapmıyorsa yeterince istemiyordur. O yüzden istemesi çok önemli. Son olarak da kendi potansiyelinizi keşfedin. Aslında burada önemli olan kısım da kişinin kendini tanıması. Kişi kendini tanır ve ne istediğini bilirse, her şeyi yapabilir diye düşünüyorum.’’
Bizim şemalarımız var, Doğarken aslında boş bir levha olarak doğuyoruz. Daha sonra çevremiz ve karakterimiz şekillenmeye başlıyor ve oluşturduğumuz çerçeveden hayata bakmaya başlıyoruz. Bunlardan birisi aşırı fedakar tutum sergilemek ve bu sağlıksız olabiliyor. Hayatta önemli olan ise denge… Aşırı fedakar tutum sergilendiğinde kişi bir düre sonra öfke duymaya başlıyor. Bu aile hayatı için de iş hayatı için de geçerli. Önce ‘ben’ demek gerekiyor. Herkes hayatta kendi içsel savaşını veriyor eğer siz beni bir konuda eleştiriyorsanız bu sizinle alakalı demektir. Kişinin kendini tam olarak tanıması gerekiyor. Kendi içsel özelliklerimizi ne kadar iyi tanırsak bize yapılan eleştirilerin sebebini daha iyi gözlemleyebiliriz’’
SON CÜMLE…
‘Ön beynimiz koordinasyon becerilerimiz ve algımızı düzenleyen kısım ve şarjı çok çabuk bitiyor. Tekrar şarj etmek için 10-15 dakika hiçbir şey yapmadan durmamız gerekiyor. Belki sadece duvardaki resme bakarak, pencereyi açıp gökyüzüne bakarak ya da sadece gözlerimizi kapatarak… Gün içerisinde en azından bunu yapmak kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır…’’’