HATIRLARMISINIZ?
HATIRLARMISINIZ?
.
HATIRLAR MISINIZ?
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta babamın bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki....
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış-veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya-zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar-gönderirdi
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine, su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi, bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacası evine gidip-gelen (...ki; sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve, bazen salçalı ekmek olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır; çantamızın üstüne koyar, oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura-fal çata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar, yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik, ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür-kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik; kapı silmece, bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle-oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok!
Ama her yıl sökülüp-yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip-çıkan yapay insanlar.
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
Hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında 'valelerin, 'bodylerin beklediği yerlerden hep korkmuş-çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksitini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklâmlarla desteklenen beyni-ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk?
Biz mi istemiştik?
Yoksa birileri mi böyle istedi?..
"Her toplum hak ettiği gibi yönetilir" derler ya, hak ettiği gibi de yaşar diyelim mi?
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.